Gökhan Kaya

Balat’ın köhne sokaklarında, tozlu dükkana ilk adımımı attığımda gözüme tamiri yeni bitmiş, ışıl ışıl bir piyano çarptı. Piyanoya baktığımı gören Mustafa Bardakçı, sağ kaşını hafif kaldırıp gülümseyerek henüz tamir bitmemiş piyanoyu göstererek “O gördüğün kırık dökük piyano da öyle ışıl ışıl olacak” dedi.

Kastamonulu Bardakçı, 17 yaşındayken piyano tamircisi eniştesinin yanında çırak olarak başladı işe. Herkesin evinde piyano yoktu, işsiz kalacağını düşünerek tornacı olmayı planladı ancak piyanonun zarafetine kaptırınca kendini geri dönemedi baş koyduğu yoldan. İçindeki kaygıları müzikseverler dindirdi. Ülkeye piyano ithalatı arttı, müzik okulları çoğaldı, müzisyenler de… Hal böyle olunca da Bardakçı’nın ekmek kapısı açıldı.

Bardakçı Ailesi’nin yıllardır çalıştığı dükkanının önü. Sevgili Mustafa Bardakçı Balat’ın sakinliğine alışmış, mahalle de onun piyano tınılarına…

7 yıl sonra yani 1974 yılında İstanbul Balat’ta kendi dükkanını açtı. Balat deyince bende bir ön yargı oluşuverdi. Bizim fakir Balat’ta kaç kişinin piyanosu olabilirdi ki? Sebebini sorunca anlatıyor Mustafa Bey, “Bu semtte evim vardı. İşle evinin arası uzak olursa yapamazsın denildi. Burada dükkan kiraları da ucuz. Zaten eğer siz gerçek bir ustaysanız müşteri sizi bulur. Nerede dükkan açtığınızın bir önemi yok.

Düşünün, 2 teşekkür belgem var. Biri Cumhurbaşkanlığı’ndan, diğeri ise Dolmabahçe Sarayı’ndan. Dolmabahçe’deki Abdülmecid’in 1873 Steinway piyanosu. İşlev görmeyecek haldeydi. Bir piyanoyu alırsam yapmadan geri vermem. Bu işi bitireceksiniz ve takdir alacaksınız. Diğeri de Atatürk’ün Berlin’den getirdiği tam kuyruk piyano Bechstein’iydi.”

Piyanoların kalbini dinliyor, tamir edip akordunu yapıyor ancak piyano çalamıyor. Şaştım kaldım… Bardakçı, “İşim piyano çalmak değil, iyileştirmek” diyor ve ekliyor, “Piyano çalmayı öğrenmek için vakit yoktu. Anadolu’dan gelmişiz. Ustam bana, ‘Piyanonun klavyesi sökülecek, bunlar sabaha hazır olacak’ derdi. Ben her zaman ustamın söylediğinin bir fazlasını yaptım, böylece ustamın gözüne girdim. Hedefim buydu.

İyi bir tamirci takdir edilir. Rallici arabaya biniyor, arabasına bir şey olduğu zaman tamirciye götürüyor. Tamirci tutup da o arabayı rallici gibi kullanmaya çalışmıyor. Herkesin işi ayrı. Bizim işimiz de buna benzer. Siz bir iş yapıyorsanız o işte devam edeceksiniz.”

Bu noktada sizlerle Cumhuriyet döneminin önemli yazarlarından olan Reşat Nuri Güntekin’in bir sözünü paylaşmak istiyorum:“Niye kitap okumuyorlar?’ demek ‘Niye piyano çalmıyorlar?’ demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi.

Okumak bir kitaptan alınan elemanlarla kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmektir. Bu, ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir…”

TARİHİ PİYANOLAR…

Tamir ettiği piyanolar arasında en çok zorlandığı Abdülmecid’in 150 yıllık piyanosu olmuş. Bardakçı anlatırken arada duraksıyor, iç çekiyor; “Cumhurbaşkanlığı’nın ve özellikle Dolmabahçe’deki Abdülmecid’in piyanosunun tamirini aldığımda çok stresliydim. Hiçbir işlev görmeyecek haldeydi ama ben de iddialıydım. Piyanoyu alıp dükkana getirirken sigorta yaptırdım. Piyano boyaya gitti, ayrı bir sigorta yaptırdım. Bu bende büyük sıkıntı yarattı. Bir gün gözümün üstüne sürekli saçım düşüyor gibi görmeye başladım. Elimi gözüme atıyorum bir şey yok. Doktora gittim ve durumu anlattım. Doktor da benim sıkıntıdan zona geçirdiğimi söyledi.

Zaman zaman buna benzer durumlar yaşadım. Fakat yaptığım işin sonunda durup düşünüyorum; ‘Ben bu piyanoyu aldığımda ne haldeydi, şimdi ne halde’ diye… İşte bu bendeki tüm sıkıntıyı alıyor ve gurur kaynağına dönüşüyor.” Bardakçı, ekmek parası kazanmak için çıktığı bu yolda tamamen aşka dönüşen meslek hayatı boyunca birçok başarıya imza attı. Türkiye’de tamir edip Viyana’ya giden piyanolardan tutun, Melih Kibar, Anjelika Akbar gibi isimlerin piyanolarını da tamir etti.

Bardakçı, Balat’taki dükkanında 3 oğluyla birlikte hizmet veriyor. Hem piyano tamir eden hem de akord yapan Bardakçı, bu konuda Türkiye’de rakip tanımıyor. Bir piyanonun bozulması aynı insanın hasta olması gibidir. Halsiz ve kırgın bir köşede size bakar. Tuşlarına bastığında eski tınılarının yerini sanki bir öksürük alır. Bana hep öyle gelmiştir. Bardakçı’nın haftalarca baktığı, tüm parçalarını ayırıp ince ince temizlediği piyanolar sanki hayata geri döndürülüyor.

Bu tür işlere saygım her zaman büyük. Bardakçı ve oğulları çok yaşasın, piyanolar da uzun ömürlü olsun…