Ercan MERAL
Ve Olaylar Gelişir…

Konu sinema olunca hep filmin konusu, oyuncuları, yönetmeni, kurgusu, müziği konuşulur. Peki kamerayı diğer tarafa çevirirsek orada kimler var ve daha da önemlisi nasıl izliyor hiç konuşulur mu? Koltukta neler yaşanıyor hiç tartışılır mı? Buyurun tartışalım…
Her sanat icra edilirken izleyiciye düşen yazısız etik kuralları vardır. Mesela klasik müzik konserinde 5 dakikalık bir eser sonrasında 6 dakika ayakta alkış tufanı kopar, hatta bazen daha uzun! Tiyatro oyunu sırasında izleyicilerden birinin telefonu çalarsa gözler itinayla onu bulur ve ‘cık cık’ sesleri eşliğinde sert bakışlarla gereken ders verilir. Metal müzik konserinde sahnenin en önündeki kişi elbette heykel gibi durup, ölü balık gibi sahneye boş boş bakmaz. Bunlar yazısız ama işin kimyasının gerektirdiği kurallardır. Peki canlı performansın olmadığı bir sanat dalı olan sinemayı izlerken neler yapılır ya da yapılmaz? Bunu biraz da deneyimlerime başvurarak anlatmak isterim.

Film izlemek çoğu zaman sosyal bir aktivitedir. Sinema salonunda, evde, araçta, uçakta… Tanımadığın bir kalabalıkla, arkadaşlarla, ilk defa izleyenle, üçüncü tura dönenle… Ciddi bir iştir. Anlamak, konuya girmek lazım, sinemada görmenin ve duymanın dışında fiziksel koşullar da önemlidir çünkü film izlenirken yiyip içilir de. Brad’e, Jennifer’a, Haluk’a değil de eşine, dostuna, yan koltuktakine sorumluluğun olan bir sosyalliktir…
Âdâb-ı muâşeret: Topluluk içinde normal davranış şekilleri, insanların birbirleriyle geçinmeleri usulü; nezaket, terbiye, görgü.

RAHATSIZIM DİYORUM!

Bende misofonya hastalığı var. “Bu da ne?” diye soracak olursanız seslere karşı aşırı duyarlılık. Mesela sesli yemek yeme, horlama, sakız çiğneme hatta sesli nefes alma gibi günlük gün içinde normal karşılanabilecek seslere kulak hassasiyetinin fazla olması ve bu seslere aşırı tepki verme diye özetlenebilinir. Çocukluktan beri bu hastalık beni sosyal ortamlarda hep çimdikledi. En çok da aklımdan geçeni söyleyebildiğim samimi ortamlardan çok tanımadığım insanların olduğu yerlerde. Sinema salonunda patlamış mısır yemeği icat edeni bulduğum an, bu hastalıkla vedalaşmayı düşünüyorum.
Girersin sinema salonuna, 1 yıldır beklediğin film gelmiştir, bileti alırsın, son kez tuvalete gidersin, karnın toktur, yanında suyun hazırdır… O da ne? Tam yanına elinde kiloluk kutusuyla patlamış mısır bey/hanım oturur. ‘Çatır çutur’ yer 2.5 saat boyunca. Sinema o an görsel sanatlardan işitsel eziyete transfer olur. Interstellar filminde karadelikte asılı kalan Cooper bile seni görse acır haline, benim derdim daha büyük…

KEŞKE HİÇ BİLMESEYDİN

“Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler” der Shakespeare… Katılıyorum ve artırıyorum. Ofiste çalışıyorsunuzdur ama aklınızda akşam eve gidip bir bira açıp o sevdiğiniz dizinin finalini izlemek için sabırsızlanıyorsunuzdur. Hatta bu zevki birileriyle de paylaşmak için evde küçük bir organizasyon bile planlarsınız. O büyülü an gelir, jenerik müziği başlar. Sol yanınızdan bir ses “Ben sonunu öğrendim.” İşte Tarantino filmlerindeki gerginlik o an başlar. “Söyleyeyim mi?” Söyleme döngüsü içinde bir saat size zehir olur. O hınzırların en önemli özelliği de arada sonu söyler ama bilerek yanlış söyler. Ama senin beynin o an artık ekranda değildir, onun söylediği yanlış final üzerinden senaryolarıbir bir sıralar. Bir de arada ağzından küçük detaylar kaçırır, o da tabuta çakılan son çivi. Söyle de kurtulalım be adam… Ha bu arada, “Bruce Willis filmde ölüymüş.”

ÇALDIR KAPAT BEN ARARIM

İç dökmeye, bir bir sıralamaya devam ediyorum sevgili okur. Her şeyini arka cebinde taşımak son 10 yıldır insanoğluna gelmiş en büyük lanettir. Evet, telefondan söz ediyorum. Çoğu zaman kimseden ve hiçbir şeyden kaçamazsın. Kaçmak istediğin zamanları özenle seçersin. İki tip kaçış vardır, ya hiç dikkate almazsın ya da mesajla cevap ötelersin: “Toplantıdayım seni sonra arayayım mı?”, “Meşgule attım çünkü tuvaletteydim.” Derdim küçük bir mesajla öteleyene değil. Eğer sinemada ya da sosyal bir ortamda film izleniyorsa bu hem yanındakilere hem de telefonun karşısındakine kibarlıktır. Ben iki model tanıdım, biri sinema salonundaki ‘pardoncu’ diğeri de “Abi durdursana bir daha” insanı. Birincisinin çok önemli bir işi vardır, 20 santim koltuk aralığından sürekli gelip gelip geçer. Çok sayın “Hafta sonum bile yoğun geçti” kardeşim, ya içindesin her şeyin ya da dışında kalacaksın, kalmalısın da…
Evdeyken filmi çok merak eden ama arayanı da reddedemeyen dost ise daha zordur, kıyamazsın ona, işini de çözsün istersin, filmi de kaçırmasın. Olan sana olur, 2 saatlik film olur sana mini dizi. Hadi bu iki karakterin işi vardır arada kalırlar, bir de filmden sıkılan Instagram stalker’ları türedi. Evladını çocuk filmine getiren Ercan, kız arkadaşı istedi diye aşk filmine gelen Berke, filmi çok şiddet içerikli bulan Merve. En arkalardan, ‘mobil’ ateşböceği tarlasının ardından çok defa film izledim ben.

KIPIR KIPIR

Ah kıpır kıpır kişi ah, ne çok paylaşmak istediğin şey var filmle ilgili, çok çişin geliyor çünkü çok heyecanlısın, filmden önce gittin ama yine geldi değil mi? Filmi izlemek için en doğru pozisyonu yakalamak istiyorsun ama olmuyor değil mi? Cüzdan yerini 4 kere kontrol etmek istiyorsun değil mi? Ayağını öndeki sırada oturanın sırtına doğru uzatmak istiyorsun ama olmaz değil mi? O sahnede içinden geçenleri yanındakine haykırmak mı istiyorsun? Seni de alalım isyan ettiklerim arasına.

UÇLARDA YAŞAYANLAR

Sinemaya CV ile alınmıyor insanlar, hepimiz oradayız. Filmde ne ile karşılaşacağımızı az çok biliriz, araştırırız ama kimlerle karşılaşacağımızı öngöremeyiz. Korku filmi izlerken arka sıranda oturanın çok sert bir sahnede bağıracağını ya da daha kötüsü senin koltuğunu tekmeleyeceğini tahmin edemezsin. Ya da çok komik bir sahnede yanında oturan adamın koltuktan düşeceğini bilemezsin. (Gerçekten yaşandı!)
Sinema bir sanat, izlemek adap, yaşanılan hayattır. O filmler nerede izlenirse izlensin ekrandaki hikayenin yanında izleyenlerin de hikayeleri vardır. Yaşadıkları gerçektir. Sinema salonuna girersin, en ortada salonda tek insan vardır. Filmin başka izleyeni yok. Filme mi üzülürsün, yoksa yitik bir filmi tek başına izleyen adama mı? Başka bir sinema salonunda en arkadaki çift…Erkek olan üç saatlik izninde belki kızın elini tutarım heyecanıyla gelmiştir, kız filmdeki yakışıklıyı çok beğenmiştir. Filmi de beğenirse belki iki el koltuk arasında buluşur. Şehirler arası otobüste, karlı Bolu otobanında, ekrandaki Babam ve Oğlum perişan eder ön koltukları. Rötar yapan uçağını havaalanı banklarında bekleyen kadın, zaman geçirmek için açar yarım kalmış filmini. Ayrıldığı erkek arkadaşı ile izlemişti filmin ilkini. Bulur mu orada devamını izleyecek birini? Film festivali gece seansları… 00.30’da çıktın salondan, Kadıköy’de evine gidiyorsun, ama filmden korktuğun için arkana bakıp bakıp duruyorsun. Her baktığın yüzde filmdeki katili görüyorsun. Bazen konuyu, bazen oyuncuyu, bazen filmin çekildiği yeri bazen de müziğini unutamıyorsun. 10 sene sonra seni izlediğin güne götürecek anılar biriktiriyorsun. Çünkü sinemayı sen de seviyorsun.